Klinik Psikolog Kimdir? Kimler Terapiye İhtiyaç Duyar?

Klinik Psikolog Kimdir? Kimler Terapiye İhtiyaç Duyar?

Klinik psikolojinin uygulamalı alanına dair günümüzde hala çeşitli yanlış inançlar varlığını sürdürmektedir. Gerek medyadaki yanıltıcı örnekler gerekse toplumdaki doğruluğu sorgulanmayan kalıplaşmış inançlar psikoterapiye dair doğru algının oluşması önünde birer engel olarak süre gelmektedir. Günümüzde ‘Klinik psikolog kimdir?’ ve ‘Psikoterapi nasıl bir süreçtir?’ çoğu insan tarafından bilinmemektedir. Bu noktada ‘Uzman klinik psikolog kimdir?’ ve ‘Kimler psikoterapiye ihtiyaç duyar?’ gibi soruların cevaplanmasının elzem olduğunu düşünüyorum.

Sanılanın aksine üniversitelerin psikoloji bölümlerinden mezun olan kişilerin terapi yapma yetkisi yoktur. Kişiler ancak psikoloji lisanslarının ardından alacakları klinik psikoloji yüksek lisans eğitimi sonrasında psikoterapi uygulayıcısı olabilmektedirler. Bu eğitimin ardından edinilen uzman klinik psikolog ünvanına sahip terapistler aldıkları terapi yönelimi çerçevesinde danışanlarının yaşadıkları ruhsal ve davranışsal sorunların teşhis ve çözümü için yardımcı olmaya çalışmaktadırlar.

İnsanlar çok çeşitli nedenlerle terapiye ihtiyaç duyabilmektedirler. Toplumdaki yaygınlığı, bilinirliği ve çeşitli kitle iletişim araçlarındaki popülerliğinin yüksek olmasından dolayı depresyon, anksiyete, fobi, travma sonrası stres bozukluğu, hiperaktivite ve dikkat eksikliği gibi mental bozukluklar yaygın olarak bilinen terapiye başvuru sebepleri arasında yer almaktadırlar. Mevcut psikolojik rahatsızlıkla mücadele edilmesi ve baş etme mekanizmalarının güçlendirilmesi adına kişiler terapiye başvurabilmektedirler. Ancak terapinin kullanım alanı mental bozukluklarla sınırlı değildir.

Herhangi bir mental bozukluğa sahip olmayan ancak hayatlarındaki birtakım olayların beraberinde getirdiği sıkıntılı durumlarla baş etmek için destek arayışında olan kişiler de terapiye başvurabilmektedirler. Zaman zaman hayatın akışı içerisinde hepimiz zorlansak da burada önemli olan nokta kişinin yeme-içme, uyku, çalışma, sosyalleşme ve hayattan zevk alma gibi alanlardaki işlevselliğinin ne kadar etkilendiğidir. İşlevselliğin sekteye uğradığı durumlarda geri kazanımlar için terapi sağlıklı bir seçenek olarak ortaya çıkmaktadır.

İnsanların sıklıkla terapiye başvurma nedenlerden bir diğeri de kayıptır. Kayıp denildiğinde  akla ilk gelen kavram ölüm olsa da kişinin sahip olduğu ve değer atfettiği şeylerin yitirilmesi de kayıp olarak nitelendirilmektedir. Süregelen ilişkinin bitmesi, işten atılma ve beden sağlığının kaybedilmesi gibi durumlar da birer kayıp örnekleridir. Terapi insanların yaşadıkları kaybın ardındaki yas süreçlerini ve hayatlarında stres yaratan yaşamsal değişiklikleri rahatça konuşabilmeleri için güvenli ve destekleyici bir ortam sunmaktadır.

Sosyal bir varlık olan insanoğlunun doğası gereği kurduğu ilişkilerde yaşadığı problemler nedeniyle de terapiye ihtiyaç duyabilmektedir. Hatalı veya eksik iletişimin sebebiyet verdiği anlaşmazlıkların çözülmesi için alanında uzman psikologlardan edinilen doğru iletişim teknikleri ile kişiler ilişkisel problemlerinin üstesinden gelebilmektedirler.

Tarih boyunca insanların kendilerini bilmesinin önemi üzerine söylenmiş çok sayıda söz vardır. Bunlardan birisi de Joseph P. Thomson’ın söylediği ‘Gerçek bereket kaynağı, kendimizi sessizce fethetmektir.’ sözüdür. Bazı insanlar kendileri hakkında derinlemesine bir anlayış kazanmak adına terapiyi tercih edebilmektedirler. Yaptıkları şeyleri neden yaptıklarını, hissettikleri duyguları neden hissettiklerini bilmek ve bu alanda kontrol sahibi olmak isteyebilirler. Kişinin kendini keşfetmek adına çıktığı bu yolculuk kişinin kariyer, ilişki ve kişisel hedeflerini belirlemede yardımcı olabilmesi açısından da önem kazanmaktadır.